top of page

5 Haziran Dünya Çevre Günü: Çölleşmeyle Mücadele, Kuraklığa Dayanıklılık ve Biyogünlük

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1972 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de gerçekleştirilen BM Çevre Konferansı'nda alınan bir kararla, 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak ilan edilmiştir. Her yıl ise çevre ile ilgili bir tema belirlenerek dünyamızı tehdit eden çevresel tehditlere dikkat çekilmektedir. 2024'te Dünya Çevre Günü'nün teması ise "Arazilerimizi Restorasyon: Çölleşmeyle Mücadele, Kuraklığa Dayanıklılık ve Biyogünlük” olarak belirlenmiştir.


Kuraklık, gezegenimizin karşılaştığı en büyük sorunlardan biridir. İklim değişikliği ve küresel ısınma, bu sorunun başlıca itici güçleridir. Nüfusun hızla artması, mevcut doğal kaynakların kullanımı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması konusunda büyük zorluklar yaratmaktadır. İnsan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu kuraklık, aşırı nüfus artışıyla birleştiğinde, ekolojik dengeyi bozmakta ve biyolojik çeşitliliğe zarar vermektedir (Kaynak).


Kuraklık sorunu, ekolojik denge üzerinde birçok noktada olumsuz sonuçlar ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Örnek olarak; bitki ve hayvan türlerinin zarar görmesi, hava ve su kalitesinin düşmesi, orman yangınları, arazi kalitesinin bozulması, biyolojik çeşitliliğin azalması ve toprak erozyonu öncelikli olarak gösterilebilir. Normal şartlarda ve kısa sürede ortaya çıkan bazı etkiler hızla toparlanabilir. Ancak, diğer etkiler bazen uzun sürebilir veya kalıcı hale gelebilir. Örneğin, arazi kalitesinin düşmesi ve toprak erozyonunun artması, arazinin biyolojik verimliliğinin kalıcı olarak azalmasına yol açabilmektedir.


Kuraklık, gıda ve su kaynakları üzerinde belirgin birçok olumsuz etkiye yol açmaktadır. Uzun süreli yağış eksikliği, doğal ekolojik dengeyi bozarak pek çok türü olumsuz etkileyebilir. "Ekolojik kuraklık" kavramı, bitki büyümesinde azalma, yangın ve böcek salgınlarının artışı, karbon ve besin maddelerinin değişen seviyeleri ve yerel türlerin kaybı gibi çevresel sonuçları kapsar. Bu sonuçlar bazen geçici olabilir ve kuraklık sona erdiğinde ekosistemler ve besin kaynakları normale dönebilir. Ancak genel çerçeveden bakıldığında, kuraklığın çevre üzerindeki etkileri uzun vadeli ve kalıcıdır. Bu sonuçlara örnek olarak ise vahşi yaşam alanlarının kaybı veya tahrip edilmesi, yaban hayvanlarının göç etmesi, nesli tükenmekte olan türler üzerindeki stresin artması ya da türlerin yok olması, sulak alanların azalması, orman yangınlarında artış, su ve rüzgâr erozyonunu verebiliriz.


Türkiye’nin, iklim değişikliğinin özellikle su kaynaklarının azalması, orman yangınlarının artması, kuraklığın ve çölleşmenin artması ve bunlara bağlı ekolojik bozulmaların meydana gelmesi gibi olumsuz etkilerinden önemli ölçüde etkileneceği öngörülmektedir. Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Ortak Programı çerçevesinde gerçekleştirilen iklim öngörüleri, diğer çalışmaları destekleyecek şekilde sıcaklıklarda belirgin artışlar ile hemen hemen bütün ekonomik sektörleri, yerleşimleri ve iklime bağlı doğal afet risklerini temelden etkileyecek biçimde yağış düzeninin, yani su döngüsünün değişeceğini öngörmektedir. Bununla birlikte, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre su kıtlığı dünya nüfusunun %40’ını etkilemektedir. Bu durumun bir sonucu olarak da 700 milyon kadar insan 2030 yılına kadar kuraklık nedeniyle yerinden olma riskiyle karşı karşıya olduğu öngörülmektedir.


Türkiye, genel algının aksine su zengini bir ülke değildir. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2022 kuraklık alanında yaptığı çalışmaya göre; ülkelerin su potansiyellerini, nüfus oranlarına göre değerlendiren çeşitli indekslere göre, kişi başına 1700m³ su kullanımında su sıkıntısının olmadığı, 1000-1700m³ arasında su stresi, 500-1000m³ arasında su kıtlığı ve 500m³ altı mutlak su kıtlığı olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de 82 milyon nüfus için kişi başına düşen su potansiyeli 1400 m³’ün altındadır. TÜİK verilerine göre 2070 yılında nüfusumuzun 107 milyon civarında olacağı öngörülmektedir. Buna göre kişi başı su potansiyelinin su kıtlığı sınırı olan 1040m³’e düşmesi beklenmektedir.



Kuraklığın doğru yönetilmesiyle olası kuraklığın olumsuz etkileri azaltılabilir ve kuraklık sonucunda ortaya çıkması muhtemel problemlere ilişkin önceden gerekli tedbirlerin alınması sağlanabilir. Kuraklık tehdidi ve su kriziyle ilgili alınabilecek bireysel önlemler elbette ki vardır ve gereklidir. Günlük su kullanımının azaltılmasına yönelik birçok farkındalık çalışması yapılmalıdır. Ancak, küresel ısınma etkilerinin azaltılması ve kuraklığın önlenmesi için asıl yapılması gereken uluslararası boyutta, devletlerin ortak uygulayacakları politikalar olmalıdır. İçinde bulunulan mevcut durum, bireysel faaliyetlerin değil sistemin bir sonucudur.


Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD), çevre ve kalkınma konularını sürdürülebilir arazi yönetimi ile bağdaştıran tek bağlayıcı uluslararası anlaşmadır. Bu sözleşmenin amacı, dünya çapında çölleşmenin durumunu belirlemek, ülkeleri çölleşme ile mücadele etmeye teşvik etmek ve başarılı uygulamaları yaygınlaştırmaktır. Ayrıca, çölleşmeden etkilenen bölgelerde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, çölleşme ile mücadele konusunda işbirliğini artırmak ve bu alandaki çalışmaları desteklemek için ulusal ve küresel fonları harekete geçirmek hedeflenmektedir.


Dünya Çevre Günü, doğayı koruma konusunda bilinçlenmemiz ve harekete geçmemiz için önemli bir fırsattır. Çevresel sorunların gündemde tutulması ve toplumsal farkındalık yaratılması Dünya Çevre Günü’nün en önemli etkisi olarak görülebilir. Gezegenimizi korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin sorumluluğudur. Unutmayalım ki, doğa bizim evimizdir ve onu korumak da bizim görevimizdir.


12 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page